Gerek Türkiye gerekse yurtdışı seyahatlerimde köylere karşı inanılmaz bir ilgim var. Şehrin karmaşasından uzak, basit ve doğal yaşamları yerinde görmek hatta kimi zaman bağbozumu, zeytin toplama, köy düğünü, çamaşır yıkama ya da ekmek yapımı gibi ritüellere karışmak son derece mutlu ediyor beni. Bu nedenle çıktığım her rotada illa ki bir köy yolu çeker beni.
Jolly Tur da Ege’nin Saklı Köyleri’ ne dört mevsim gidilebilecek harika bir kültür ve doğa rotası oluşturmuş. İzmir‘den başlayan tur, üçüncü günün sonunda yine İzmir’de sona ererken hem birbirinden güzel köyleri ve kültürleri tanıma, hem de yörenin en leziz yemeklerini tatma imkanı bulabiliyorsunuz. Güzergahtaki her nokta o kadar keyifli ki birinden diğerine geçme vakti geldiğinde hem ayrılmak istemiyor üzülüyorsunuz, hem de bir sonraki yerin heyecanı içinizi kaplıyor ve kuş olup anında oraya uçmak istiyorsunuz.
Jolly Tur’un Ege’nin Saklı Köyleri turunda sizleri neler bekliyor neler…
1- Yaşatılan eski zanaatları ile Tire
İzmir’in sevimli ilçesi Tire, kaybolmaya yüz tutmuş ancak günümüzde yaşatılması için mücadele edilen zanaatları görebileceğiniz nadir yerlerin başında geliyor.
İlk durağımız keçe imalatı yapılan Arif Cön keçe atölyesi. Rengarenk ipler ve keçelerden yaşamın her alanında kullanabileceğiniz eşyalar yapılıyor. Masa örtüleri, yelek, yemeni, bardak altlığı, duvar panosu ve daha neler neler… Keçe yapımı hakkında kısa bir bilgilendirme sonrasında örnek bir keçe çalışmasına da tanık oluyoruz.
Bir sonraki durağımız ise doğal Tire kumaşının dokunduğu tezgahların da bulunduğu Beledi pasajı. Yüzlerce ilmeğin ahenkle bir araya getirilerek eşi benzeri olmayan Tire kumaşının dokunmasına tanık olduğumuz bu mekan adeta müze gibi… Son durağımız ise fotoğraflarının çekilmesinden hiç de haz almayan takunyacı Celal Amca. Hala teknolojik aletlerden uzak, özenle yapıyor kırmızı takunyalarını.
İnciri dünya çapında nam yapmış Tire’de zeytincilik de önemli bir geçim kaynağı. Yörede yetişen taze sebze ve otları ile doğal köy ürünlerinin satıldığı Tire pazarı bölgenin en popüler pazarı ve salı günleri kuruluyor. Tire seyahatinizden leziz Tire köftesini yemeden dönmeyin. Soslu ya da sade mi diye sorulunca siz sosluyu tercih edin 🙂
2- Huzurun adresi Birgi
İzmir’in Ödemiş ilçesine bağlı olan Birgi’ye adım atar atmaz ilk fark edeceğiniz şey sessizlik ve sakinlik olacaktır. Oysa ki yüzyıllar önce Birgi Menteşeoğulları’na başkentlik yapmış büyük bir şehir imiş.
Günümüze kadar gelebilmiş konakları, camileri, türbeleri ve restore edilmiş evleri, Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan bu yapıları gezerken hayranlık duymamak ne mümkün. Camii Kebir Mahallesinin taş döşeli dar sokaklarında yürürken rehberimizden ” güneşten ve sıcaktan etkilenmemek için sokakların dar tutulduğunu, mahremiyet nedeniyle de avlu duvarlarının kale gibi yüksek yapıldığını ” öğreniyoruz. İki katlı eski evlerin arasında gezerken açılan her kapının ardından bir hikaye fırlayacak sanıyor insan. Küçük köy meydanına dönüp köyü yukarıdan aşağıya doğru gezmeye başlıyoruz.
Birgi Ulu Camii, ahşap işçiliği ile dünyada ödül kazanmış bir cami. Bir tek çivi bile kullanmadan birbirine geçme sistemle yapılan minber görülmeye değer. Çakırağa Konağı ise her bir odası sanat eseri olan bir konak. Konağın sahibi olan tüccar, Venedik ve Avrupa gezilerinden etkilenerek gördüklerini konağında uygulatmak istemiş ve ortaya bu şaheser konak çıkmış. İki eşli olan tüccar, eşlerinin geldikleri şehirleri özlemesinler diye de İzmirli eşinin odasına İzmir, İstanbullu eşinin odasına İstanbul panoları işlettirmiş.
Birgi’de görülecek yerler için Birgi yazıma göz atmanızı öneririm. Gezinin sonunda bir kır kahvesine oturup, bitki çayı içerek huzuru iliklerinize kadar hissetmeden kalkmayın.
3- Şirince çirkince
Şirince; İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı, gözden ırak, eski bir Rum köyü. Birbirinin manzarasını kesmeyen evleri ve meyve şarapları ile ünlü. Köylüler, yabancıların köylerine gelip yerleşmemesi için köyünüz nasıl diye soranlara ” çirkince ” diyorlarmış ve köyün ismi Çirkince kalmış ta ki Cumhuriyetin ilk yıllarında zamanın İzmir Valisi tarafından Şirince adı verilene kadar.
Selçuk ve çevresinde 3000 yıldır kesintisiz yaşam süregelmekte. Efes antik şehri ise döneminde dünyanın en önemli beş şehrinden biri. Meryem Ana Kilisesi, Yedi Uyuyanlar Mağarası Şirince’ye yakın görülecek yerler arasında ve bu nedenle katolik dünyası için Selçuk çok özel bir yer. Bağcılık, şarapçılık yörede geçmişten beri hep yapılmakta. Meyve bahçelerinin çokluğu ve verimliliği nedeniyle üzüm dışındaki meyvelerden de şarap yapılmış. Karadut, ahududu, nar, mahlep şarapları benim favorilerim. Şirince’ye gelip de bunları tatmadan dönmek olmaz.
Konaklama için birçok konak alternatifi var Şirince’de ama zeytin ağaçları arasında, zevkli ve romantik dokunuşlarla yaratılan Güllü Konak ‘da güne uyanmak bir başka güzel.
4- Türkiye’nin ilk ve tek tren müzesi
Selçuk – Aydın yolu üzerindeki Çamlık Tren Müzesi, tarihi ve farklı 30 lokomotifin sergilendiği bir açık hava müze. Atatürk, 1936 yılında Çamlığa beyaz tren ile gelmiş ve konaklamış, treni de bu müzede fotoğrafları ve bazı eşyaları ile beraber sergilenmekte. Fransız, Alman, İsveç, Amerikan, İngiliz ve Çekoslavak yapımı tarihi buharlı trenlerin içini de görebiliyorsunuz. Müze kartın geçmediği müzeye giriş ücreti 5 TL.
5- Ay Tanrıçası Selene ve Bafa Gölü
Bir zamanların Latmos Körfezi kıyısında olan Heraklia antik kenti, yaşanan depremler ve Büyük Menderes nehrinin deltaya taşıdığı alüvyonlar vb. doğa olayları nedeniyle oluşan Bafa Gölü’nün kıyısında kalmış. Kapıkırı Köyü bölgenin en turistik köyü ve konaklama imkanı da var. Bahar aylarında kültür, tarih ve doğa yürüyüşü için Bafa Gölü harika bir alternatif. Gölü çevreleyen Beşparmak Dağları ‘nın ayın en güzel parladığı yer olduğu söylenir. Mitolojiye göre de; ay tanrıçası Selene, aşık olduğu çoban Endymios için en güzel en parlak ışıklarını Bafa Gölü’ne dökermiş. Gölde yapacağınız sandal turunda tanrısal aşk hikayesini dinlerken antik Heraklia kentinin gölün içinde kalmış kalıntılarını da görebilirsiniz.
6- Dilek Yarımadası Milli Parkı ve Doğanbey Köyü
Samsun Dağlarının Ege Denizine kavuştuğu yerde, Söke ovasının kuzeyindedir Dilek Yarımadası Milli Parkı. Delta alanına yakın tam da kuş cenneti bölgesindeki tanıtım merkezini ziyaret ederek önce 15 dakikalık bir bilgilendirme videosu izledik, ardında da milli parkta bir zamanlar yaşamış olan Anadolu Parsını ve kuş türlerini bir arada gördük. Endemik bitki türlerinin zenginliğinin yanı sıra yaşayan hayvanlar da ne çokmuş meğer. Milli Parkın Kuşadası tarafında kalan bölgesini daha önce ziyaret etmiş ve hayran kalmıştım. Söke tarafı ise kuş fotoğrafçıları için tam bir hazine.
Doğanbey Köyü, bu bölgenin en eski köylerinden. Padişah Abdülhamit tarafından Ege adalarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuş. 1924 yılına kadar Rumların ağırlıklı olduğu köy, mübadele ile Türkleştirilmiş. Şimdilerde ise taş kaplı sokakları, restore edilmiş köy evleri, çiçeklerin sarktığı pencereleri ile Avrupalı köyleri çağrıştırıyor. Büyükşehirden gelme bir grup entelektüel insan Doğanbey Köyü ‘nde gözden uzak bir yaşam hedeflemişler, bu nedenle de ziyaretçilerine tipik Anadolu köylerinin aksine pek misafirperver değiller.
7- Ölümsüz Aşkların ve Gladyatörlerin Kenti Stratonikeia
Muğla’nın Yatağan ilçesine yakın Eskihisar Köyü’nün toprakları M.Ö.3. yüzyıldan bu yana birden çok dönemin yaşanmışlığına ev sahipliği yapıyor. Köyün girişindeki ulu çınar ağacı ve camiinin önünden geçtikten sonra antik bir gymnasiuma varmak, nar ağaçlarının renklendirdiği antik sütunlu mermer caddede yürümek, derken 2000 yıllık halk arenasının girişinde Osmanlı döneminden kalma bir duvarı görmek… Köyün sokaklarındaki tabelaları takip edip yamaca kurulmuş yaklaşık 15.000 kişilik tiyatroyu karşımda sapasağlam görünce “zaman tünelinden geçmek böyle bir şey olmalı” dedim… Bugüne kadar varlığından haberdar olmadığım Stratonikeia antik kenti beni mermer ağırlıklı mimarisi, yaşanmışlığı ve hikayesi ile büyüledi:
Kral Seleukos’un genç ve güzel bir karısı ile yakışıklı bir oğlu varmış. Kral, oğlu I. Antiokhos’u çok sever ve bir dediğini iki etmezmiş. Bir gün I. Antiokhos amansız bir hastalığa yakalanır, yemeden içmeden kesilir ve derdine çare bulamazlar. Görünüşte hiç bir hastalığı yok gibidir. Hekimlerden biri, genç prensi muayene ederken prensin nabzı ve kalp atışlarının odaya üvey annesi girdiğinde anormal bir şekilde yükseldiğini fark eder. Hekim, teşhisini koyar: Prens, kralın güzeller güzeli eşine kara sevdaya derecesinde vurgundur. Başkası olsa son derece sert bir cezaya başvuracak olan kral, oğlunun bu durumu karşısında önce şaşırır. Durumu halkına açmaya, onların tutumuna göre hareket etmeye karar verir. Halk, aşk hikâyesini dinledikten sonra I. Antiokhos’dan yana oy kullanır. Kral Seleukos genç eşini oğlu ile evlendirir. I. Antiokhos da aşkını alıp bu bölgeye gelir ve Stratonikeia kentini kurar.
8- Gökova kıyısında sessiz bir güzel: Akyaka
“Muğla’dan kıvrıla kıvrıla Gökova’ya inerken Sakar Geçidinde durulur ve rüzgarın ıslığı eşliğinde o muazzam Gökova manzarası seyredilir” bu ritüelden kısa bir süre sonra da Akyaka’ya varılır. Beyaz, iki üç katlı konakları ile Akyaka sanki Safranbolu’nun deniz kenarına taşınmış hali gibi. Sırtını dik bir yamaca yaslayan Akyaka, yeşillikler içinde oldukça sakin.
Gökova kıyısındaki bu sessiz güzel köyün bir de azmağı var. Kadın azmağı da denilen soğuk suyun içi sanki botanik bir park. 30 dakikalık bir tekne turu ile azmak boyunca gidip geldik, gözümü berrak suyun içindeki yeşil bitkilerden alamadım. Sanki akvaryumun üzerinde bir tekne turu yapıyoruz. Azmak boyunca bir taraf yüksek sazlıklar, diğer taraf ise balık lokantaları ile çevrili. Yazın bile buz gibi olan bu suya arada çılgınlar girip atlıyorlar. Huzurlu ve sakin bir köy Akyaka.
8- Çaybükü Köyü ve Belen Kahvesi
Yanık Ormancı türküsündeki hikayenin yaşandığı Belen Kahvesi Muğla’nın Yatağan ilçesine bağlı Çaybükü ( Gevenez) Köyü’nde bulunuyor. 2005 yılında restore edilip halka açılan kahvede farklı sanatçıların yorumları ile sürekli ORMANCI türküsü çalınıyor. Belen Kahvesinin içinde bir de küçük müze yapılmış, türkünün kahramanlarının fotoğrafları ve hikayeleri de burada sergileniyor. Binlerce insan kahve içmek ve hikayenin yaşandığı kahvehaneyi görmek için Çaybükü Köyüne gelmekte. Köyün girişinde köylü kadınlar yöresel bir pazar kurmuşlar, hatta Belen marka kahve dahi çıkartılmış.
1946 yılında, Mustafa ve Tevfik isimli iki yakın arkadaş arasında yaşanan, birinin mezara birinin hapishaneye gitmesi ile sonuçlanan hazin hikayeyi anlatan türkü Pisili Tahir Usta tarafından kaleme alınmış ve bestelenmiş.
10- Asırlık çınar ağacı ile Bozüyük Köyü
Yakın zamanda Ege Bölgesinde çevrilmiş dizilere set olunca Bozüyük Köyü’nün yıldızı parlamış ve turistlerin uğrak noktası haline gelmiş. Köyün meydanındaki kahvehanelerde boş masa yok neredeyse. Pazar günü köy pazarı da kurulunca ortalık biraz daha hareketlenmiş. Ziyaretçiler film setinden geride kalan objelerle fotoğraf çektire dursunlar köyün yaşlı amcaları çevredekiler ile ilgilenmeden iskambil kağıdı oynamaya devam ediyorlar.
Köy meydanı set olarak kullanıldığından dükkanlar elden geçirilmiş, bakım yapılmış ve hatta bazıları yenilenmiş ama sokak aralarında orijinalliği bozulmamış harika köy evleri var. Meydanın hemen kenarında küçük hediyelik eşya satan dükkanlar oluşmuş bile. Eşek sütünden yapılmış sabun ise dikkat çekici.
Ege’nin saklı köylerine kültür ve lezzet turu
Dolu dolu geçen üç günde çok güzel yerler gördük, çok leziz şeyler tattık… Kimi zaman hayranlık, kimi zaman nostalji, kimi zamansa huzuru hissettik. Bu güzel kültür ve lezzet rotası için Jolly Tur’a teşekkür ederim, özellikle de Stratonikeia ile tanıştırdığı için.
3 yorum
Nefis fotoğraflar, nefis köyler ve nefis yazı! Eline sağlık Oya!
.Ormancı şarkısında geçen bu yeri merak ederdim.Film gibi şarkıyı dinlerken gözümde canlandırmaya çalıştığım bu yeri gözler önüne sermişsiniz. Resimlerinize ve ağzınıza sağlık.
Kahvehanenin içi oldukça nostaljik ve ormancı türküsü çalıyor sürekli 🙂 görülesi bir yer olmuş…