Şanlıurfa denilince aklıma Urfakebap , Balıklıgöl ve sıragecesi gelirdi, taa ki Urfa’ya üç günlük bireysel yaptığım fotosafari turuna kadar… İlk defa bir günlük iş seyahati için 2005 yılında gelmiştim bu yöreye ve o dönemler vejeteryan idim, sadece yeşillik yemiş kebapların tadına bakmamıştım. Yıllar sonra ise sırtçantam ve fotoğraf makinamla bu sefer turist olarak güneydoğu’nun bu mistik kentindeyim.
Aylar öncesinden aldığım promosyon uçak bileti ile oldukça ekonomik bir şekilde ulaştım, havalimanından kalkan servislerle de şehir merkezine gelmek çok kolay oldu. Konaklama için Balıklıgöl’e çok yakın bir otantik konukevinde internet üzerinden rezervasyon yapmıştım. Konukevinin oda kapısının kilidinde sorun çıkınca beni aynı işletmeye ait otelin süit odasına geçirdiler ve aksaklıktan dolayı da özür dilediler, bu küçük ama önemli jest konukseverliğin ve turizme verilen önemin göstergesi idi bana göre. Eşyalarımı odaya bıraktığım gibi listemdeki yerleri bir bir keşfe başlamak üzere kendimi Urfa’nın sokaklarına atıverdim.
“Peygamberler şehri” “efsunlu şehir” gibi isimlerle de anılan Urfa’nın eski adları Ur, Urhoy, Urhei, Orhei, Orhayi, Ruhai, Ruhha, Ar-Ruha, Reha ve Edessa. Kurtuluş savaşında göstermiş olduğu kahramanlıktan ötürü 1984 yılında Şanlı ünvanı eklenerek Şanlıurfa olmuş.
Urfa Kalesi:
Şehre hakim olan Damlacık tepesindeki kalede birden fazla medeniyetin kalıntılarını görebilirsiniz. Kale, M.Ö. 9500 neolitik yerleşim höyüğü üzerine kurulmuş. İ.Ö. 132 yılında kurulan Osrhoene Krallığı’ ndan kalma her biri 17 mt yüksekliğinde olan iki sütun şehrin bir çok yerinden görülmekte olup, yöre halkı bu sütunlara mancınık adını vermiş. Kaleye çıkmak için merdivenlere geldiğinizde etrafınızı 10-12 yaşlarındaki çocuk rehberler sarar, hepsi de Urfa’ya dair bilgileri ile efsaneleri anlatmak için yarışırlar. Ziyaretçiler müze kart ya da bilet ile kaleye giriş yaparlar. Yeni Mevlid-i Halil Camii, BalıklıGöl’ü ve şehri kuşbakışı izleyebilirsiniz, bu manzara gerçekten harika…
Ayn Zeliha Gölü:
BalıklıGöl ve hemen arkasındaki Ayn Zeliha Gölü kalenin alt tarafında. Kaleden indikten sonra burada solunmak iyi gelecektir. Rivayete göre; Nemrut’un kızı Zeliha , Hz. İbrahim’i seviyordur, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığına dayanamayan Zeliha’nın gözyaşları göle dönüşmüştür. Küçük bir göl olan Aynı Zeliha gölünün etrafı çaybahçeleri ile dolu, gölde sandal ile gezinti yapabilirsiniz.
BalıklıGöl :
BalıklıGöl, 150 mt . uzunluğunda, 30mt genişliğinde, derinliği ise 3-5 mt.arasında. İçinde sazan balıkları yaşar ve bu balıklar yenilmez, öldürülmez, kutsaldır… Hz.İbrahim ateşe atıldıktan sonra etrafının mucize eseri yeşil alan ve göle dönüştüğüne inanılır. BalıklıGöl ve Halil-ül Rahman Camii akşamları da dua eden insanlarla dolup taşar. Şehir halkı ve turistler akşam geç vakitlere kadar bu çevrede yürüyüş de yaparlar.
Gümrük Han:
Gümrük Han, benim gezmeye doyamadığım yerlerin başında. Osmanlı’dan kalma bu tarihi hanın etrafında çok sayıda bedesten (Kapalıçarşı) var, her bir bedesten bir meslek grubuna ayrılmış: Ayakkabıcılar bir bölgede, kuşçular bir bölgede, manifaturacılar başka bir yerde… Labirant olma durumu burada da var, kayboluyorsunuz adeta ama korkmaya gerek yok çünkü esnaf gerçekten turiste alışık ve sohbet etmeyi seviyor.
Gümrük Han’ın avlusu ulu çınarlarla gölgelenmiş, küçük havuzun etrafında alçak tabureler ve masalar domino, tavla, satranç, dama oynayanlar ve nargile çekenlerle dolu. Yalnız bir kadın gezgini rahatsız edecek bir bakış yok, selam verip müsaade istedim ve bir masaya oturdum. Hemen çay kahve ikram edildi, nargile içtiğimi öğrenince bir de nargile söylendi. Sohbet eşliğinde domino oynamaya devam ettik. Urfa’nın görülmesi gereken yerleri ile ilgili tavsiyelerde bulundular. Gümrükhan’da yabancı turistlere de rastlarsınız. Şehrin ortasında keyifli bir mola yeri.
Gümrük Han’ın üst katları küçük küçük terzi atölyeleri ile çevrili, çocuk işçiler de çalışıyorlar. Küçücük yaşta dikiş makinasını harika kullananları gördüm.
Eski Urfa Sokakları:
Gümrük Han’ın arka sokakları ile Balıklı Göl’ün çevresinde daracık eski Urfa sokakları tam anlamıyla labirent gibi. Kollarınızı iki yana açsanız ne kadar geniş ise bu sokaklar da kimi yerde ancak bu kadar geniş. Evlerin kapılarının ardında hayat (avlu) var, yaşam bu hayatlı evlerde. Gezerken kimi zaman kapıları aralık gördüğümde selam verip hane halkıyla sohbet ettim, içeri davet ettiler, çay kahve ikram ettiler, hatta bir evde sac yakılmış ekmek pişiriliyordu, bir müddet misafirleri olmak zorunda kaldım çünkü pişen ekmekten yemeden bırakmadılar.
Sokaklar çocukların oyun alanı, ip atlayanlar kız çocukları, misket oynayan erkek çocukları… İngilizce bir kaç kelime öğrenen çocuklar beni turist sanıp bildikleri kelimelerle iletişim kurmaya çalıştılar, Türkçe karşılık verince hep beraber güldük. Sonra konuşunca öğrendim ki yabancı fotoğrafçılar çok geliyormuş bu mahallelere.
Sokak aralarında çok sık küçük küçük fırınlar var, öğleden sonra çocuklar tepsileri getiriyor, neredeyse pişene kadar başında bekleyip sonra doğru eve, akşam yemeğine… Tepsilerde kiminde sadece patates üzeri isot, kiminde patlıcan üzeri isot, kiminde sebze karışımı üzeri isot ama isot hep var 🙂 Bir de herkes kendi lahmacun içini kendi hazırlayıp gönderiyor fırınlara… Lahmacuna da lahmacun değil kıymalı diyorlar. Urfa’da lahmacun yedikten sonra lahmacun kolik oldum diyebilirim, anavatanında yemek bir başka oluyormuş. Fırıncılar bol bol lahmacun ikram ettiler, zorlasam da “misafirimizsiniz” deyip ücretini almayı kabul etmediler.
Dabakhane:
Gümrük Han’ın arka kısımlarındaki Dabakhane isminden de anlaşıldığı gibi dericilerin olduğu yer, ayakkabılar yemeniler buralarda yapılıyor. Ayrıca Urfalılar için çok çok önemli olan kuşların satıldığı dükkanlar, kuşçuların buluştuğu kahvehaneler kuşçuluğa dair bilumum mekanlar yine burada. Urfa’nın ara sokaklarında gezerken duyduğum çıngırak seslerinin nereden geldiğini başımı yukarı kaldırdığımda anladım, güvercinlerin ayaklarına bağlanan çıngıraklardan geliyormuş meğer. Kuşlar gökyüzünde uçup dolaşıp yine sahibinin evine geri dönüyorlar… Bu bölgede kuşlara özel ilgi var…
Çarşı Pazar:
Urfa’da gezerken isot , kırmızı biber, kurutulmuş biber-patlıcan vb. sebze , fıstık , peynir dikkat çekecek kadar gördüklerimden. Çarşılar çok hareketli , hergünü bayram alışverişi yapılıyorcasına kalabalık.
Kumaş, yemeni, tekstil ürünleri de İstanbul’un Mahmutpaşası kadar hareketli çarşılarında yerini almış. Tezgahlarda en çok mor poşu görürsünüz çünkü Urfa’da kadın erkek herkes başına bu poşulardan takıyor. Neden mor diye sorunca, tezgahtar “modadır” cevabını veriyor, “moda geçicidir her sene aynı renk moda olmaz” diyorum, gülmekten kendini alamıyor…
Sıra Gecesi:
Eskiden sıra geceleri, bir mektep gibiymiş, çocuklar okuma yazmayı, oturup kalkmayı, gelenek görenekleri burada öğrenirmiş. Yetişkinler kitap okuyup, üzerine tartışırlarmış. Usta-çırak ilişkileri yine bu toplantılarda gelişirmiş. Şimdilerde ise Urfa kültürünün yaşatıldığı geleneksel konukevlerinde haftanın belirli günleri sıra geceleri yapılıyor, çiğ köfteler yoğuruluyor sazlar çalınıp türküler söyleniyor, gece mıra içerek son buluyor.
Böyle bir geceye katılmadan dönmeyin Urfa’dan…
- Gülizar Konukevi
- Yıldız Sarayı Konukevi
- Cevahir Konukevi
en popüler konukevleri. Bu evlerde konaklama da yapabilirsiniz. Yatak kapasitesi düşük olduğundan rezervasyon yaptırmanız gerekir.
Öneriler;
- Bir gece konaklamalı ctesi-pazar iki gününüzü ayırarak Urfa’nın güzelliklerini keşfet.
- Konukevinde kalıp, sıra gecesine katıl.
- Mor poşu takıp GümrükHan’da domino, satranç oyna.
- Kaybolma duygusunu unutup labirent sokaklarda dolaş.
- Akıtma arasına ceviz sarılarak yapılan Şıllık tatlısının tadına bak.
- İki günden fazla zamanın varsa Harran, Göbeklitepe, Halfeti’yi programına dahil et ve Atatürk Barajı’na git…
2 yorum
Özellikle, ip oynayan kızlar fotoğrafına ve moda hikayesine bayıldım.
teşekkür ederim, Urfa fotoğrafik açıdan çok zengin bir yer, çarşı pazar gezmeyi seviyorsan daha güzel 🙂